1960’lı yılların sükûnet dolu atmosferinde, Brüksel’in o mahzun sokaklarında bir hikaye var. Alice ve Celine, sadece komşu olmakla kalmayıp, birbirlerinin yaşamlarına dokunarak, sırlarını paylaşıp, sevinçlerini ve üzüntülerini birlikte yaşayarak bir dostluk örgütlediler. Bu, sadece komşular arasında değil, aileler arasında da bir bağ oluşturdu. Hayatları, neredeyse masalsı bir düzende ilerledi, başarılı eşler, mutlu çocuklar ve kıskançlık uyandıran bir topluluk tarafından çevrelenmişlerdi. Ancak, kaderin cilvesiyle, bir trajedi tüm bu düzeni alt üst etmeye kararlıydı. Bir çocuğun başına gelen korkunç kaza, her şeyi bir anda değiştirdi. Bu olay, sadece aileler arasındaki ilişkileri değil, aynı zamanda Alice ve Celine’in yıllarca süren dostluğunu da sarsmaya başladı. Suçluluk ve paranoya gibi hisler, her ikisinin de zihnini kemirip, aralarındaki bağı zayıflatmaya başladı. Artık, bir zamanlar sıkı sıkıya bağlı olan iki kadın arasındaki ilişki, kırılgan bir tel gibi sallanıyordu, tamamen kopmanın eşiğine gelmişti.