Orson, her sabah aynı gri binaya girerken ruhunu bir parça daha geride bırakıyordu. Kurumsal dünyanın soğuk duvarları arasında, monotonluk bir gölge gibi peşini bırakmazdı. Otorite figürlerinin katı bakışları ve iş yerinin karmaşık bürokrasisi, Orson’un ruhunu sıkıştırıyordu. Özellikle gizemli masa arkadaşı Rakesh ve diğer meslektaşlarıyla arasındaki mesafe, onu yalnız ve yabancı hissettiriyordu.
Bir gün, tesadüfen keşfettiği bir oda, Orson’un hayatının dönüm noktası oldu. Daha önce adını bile duymadığı bu gizemli alan, adeta bir vaha gibiydi. Duvarlar, ilham verici sanat eserleriyle doluydu ve havada özgürlük kokusu vardı. Orson, bu büyülü atmosferin etkisiyle uzun süredir uykuda olan yaratıcılığının uyandığını hissetti. Kendine olan güveni arttı ve kurumsal dünyanın dayattığı kalıplara karşı bir isyan ateşi yüreğinde yandı.