Eflatun, ışıltılı bir dünyayı hayal ederek karanlığa gömülmüş bir çocuktu. Henüz beş yaşındayken, gökyüzünün maviliğini, çiçeklerin rengârenk cümbüşünü ve sevdiklerinin yüzlerini sonsuza kadar kaybetmişti. Fakat Eflatun’un yüreği karanlığa teslim olmaya niyetli değildi. Babasının sevgi dolu rehberliğinde, seslerin ve gölgelerin gizemli dilini öğrenmeye başladı. Eflatun, bastonuyla karanlığı yoklarken, babasının fısıltıları ona bir pusula gibi yol gösteriyordu. Zamanla, seslerin yankılarından dünyayı resmetmeyi, gölgelerin dansından mevsimlerin değişimini hissetmeyi öğrendi. Eflatun, karanlığa gömülmüş bir dünyada, gölgeden bir çiçek gibi filizlendi.
Yıllar sonra, Eflatun büyüdü ve babasından kalma saat tamirhanesini devraldı. Onun elleri, sadece saatlerin tik taklarını değil, aynı zamanda kalplerin atışlarını da hissediyordu. Eflatun, her müşterinin sesinde bir hikaye, her gölgede bir ruh parçası buluyordu. Tam da hayatının bu sakin ve huzurlu evresinde, yağmurlu bir gün şemsiyesini paylaştığı bir adamla tanıştı. Adamın sesi, Eflatun’un ruhuna dokunan bir melodi gibiydi. O an, Eflatun’un gölgede açan çiçeği, güneş ışığıyla tanışmış gibi aydınlandı.