Bir soluklanışta, hayatının en karmaşık labirentlerinden birinin tam ortasına düştüğünü hissetti Mina. Ne zaman ki aracının motoru sessizliğe büründü, o ana dek varlığından bile haberdar olmadığı, haritalarda adı bile anılmayan bir ormanın gizemli kolları arasında tek başına kaldı. Karanlık, çeliksi ağaçların örttüğü yollar, Mina’yı boğuyor gibiydi, tıpkı içinde sıkışıp kaldığı çaresizlik gibi. Zihnindeki sessizlik, birden tuhaf bir beton yapının figürlerini yarattı. Gözetleme kulelerinin izlerini taşıyan bu garip yer, umutsuzca aradığı çıkışın belki de işaretiydi. Ancak, koşarak yaklaşırken, duyduğu çığlıkların korku dolu tonlarıyla doldu zihnini. Kapıya sıçradığında, içinde bulunduğu tehlikenin boyutunu henüz idrak edememişti. Bir dönüşte, hayalindeki beton yapının içinde, çevresi cam duvarlarla örülmüş bir odada kendini buldu. O an, yalnız olmadığını fark etti; üç yabancı, aynı kaderi paylaşan üç yabancı daha vardı. Ancak, içinde bulundukları durumun ne kadar karmaşık ve tehlikeli olduğunu anlamak için fazla vakitleri yoktu. Karanlık ve gizem dolu bu orman, onları kolayca yutabilirdi. Hayatta kalmak için, sadece zekalarını ve cesaretlerini değil, aynı zamanda birlikte çalışmayı da zorlamaları gerekecekti. Çünkü bu labirentte, bir çıkış yolu bulmak için hem iç düşmanlarıyla savaşacaklar, hem de dışarıdaki tuhaf yaratıkların gözcülüğünden kaçmaya çalışacaklardı.