1862 yılında Hindistan topraklarında kökleşmiş bir adalet arayışıyla başlayan bu hikaye, olağanüstü bir dönemin içine doğru bizi sürüklüyor. O zamanların Hindistan’ı, sadece üç üniversiteye sahip bir eğitim sistemi ve Rabindranath Tagore’un henüz bir bebekken dünyaya geldiği bir dönemde, büyük bir çalkantı içindeydi. 1857’de başlayan Sepoy İsyanı’nın ardından, bağımsızlık mücadelesi devam ederken, bir gazeteci cesurca sahneye çıkarak tarihin akışını değiştirecek bir davaya soyunuyor. Bu dava, itibarı yüksek ancak ahlaki değerlerden uzak yaşayan bir figürle olan mücadelesinde derin bir hukuk savaşına dönüşüyor. Tam 160 yıl sonra yeniden gün yüzüne çıkmayı bekleyen bu öykü, sadece bir adamın değil, bir ulusun kaderinin de şekillendiği bir dönemin izini sürüyor. Karanlık ve belirsizlik dolu bir çağda, bu adamın cesareti ve azmi, sadece kendi hayatını değil, etrafındaki dünyayı da değiştirecek güce sahipti. Mücadelesi sadece hukuki bir zafer değil, aynı zamanda adalet arayışının ve insanlığın direnişinin sembolü olmuştur.